Öyküler

18 Haziran 2019 Salı

sensizliğin ötesinde..



Nasıl anlatayım ki özlemimi
Hangi kelimeleri kullanayım
Hangi yaşanmışlıkları anımsayayım.
Hangi duyguyu yaşayayım 

12 yıldır devam eden özlem bu

hep yazdım
hep anlattım
hep yaşadım

sensizliği 

şimdi zaman sensizliğin ötesinde.. 
anlıyor musun

ve biliyor musun?
kendini ve ailesini yönetmesini bilmeyenler
sensizliğin değerini hesaplıyor.

ve bu arada 
bir bilinmeyenli denklem
iki bilinmeyenli denkleme dönüştü,
-ki görmüşsündür belki de buluşmuşsundur orda.. -

olmasaydı sonunuz böyle..

biri çekip gitti
diğeri yuvadan uçacak
öteki zaten dinmeyen sızın..

hepsi.. hiç yoktan işte..

en çok da ne özlettiriyor ki seni..
o değişmeyen bir bayram gününü.. 
şimdi..
ne o ev kaldı
ne de onlar..
-artık aramıyorum bile-


Hepsi değişti..
bayram değişti.
artık gizli gizli içiyoruz..
sensiz, çocuklarınla..

hep sonradan aklıma geldi.
sensizliğin herkesi yok ettiğini
artık gizli gizli gelip gidiyorlar
şimdi iki bilinmeyenli denklemi çözmeye çalışıyorlar

neyse 
özlemlerimi eleştirilerimle birleştirdim

boş ver
sensizliğin tadını 
sen-leri olmayan bilir
gördüm
duydum

yine dediğim gibi 

Bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen 
O da üzülmüş aynı benim gibi 
benimki daha acıklı değil 
onunkinden, fiyakalı değil onun acısı benimkinden 
Sade güzel olan kelimeler
sade kelimeler
kelimeler...

18 Haziran 2019 / İsimsiz bir yerden 





5 Aralık 2017 Salı

Odd Ostrov



Karadeniz’in rüyasından çıkıp Kuzey ışıklarına varmadan önce inip yolculuğa devam eden insanların sessizce kendi içinde haykırışlarıydı, bir kuzey hikâyesini andıran yaşanmışlıklar..

Yitip giden zamana ait kalıntılarla beraber sessizce sürükleniyordu,enlemi ve boylamının bilinmediği düşüyle…

Birden kendini İskandinav sessizliğinde buldu. Ormanın derinliklerine doğru yürüdü.Yağmurun şiddetiyle kaybolmuş benliği ağır darbeler alıyordu..

yitip giden rüyalar.. disparonik ritimler.. bokehleşmiş düşünceler..
saklanacak bir yer arıyordu,yaşanmışlıklardan.. 

herşey bir film.. bir kurmaca.. ama yine de can acıtıyor..

Ormanın derinliklerine doğru ilerleyen Odd Ostrov adında genç bir delikanlı Tromsö’de huş ağacının altında yarı baygın şekilde bulundu. Günlerce tromsö basınında yer aldı.
Norveçli gençlerin intihar oranları ve çözüm yollarına dair günlerce konuşuldu.
Norveç Bilim ve Tıp Akademisinde Alkol ve İntihar konulu sempozyumda Adli Tıp komisyonu başkanı Tarjei Breivik ülkede intihar oranının %13 olduğunu belirtti.
Alkol fiyatlarının yüksekliği, açık alanlarda kullanma yasaklığı ve Norveç film senatosundan yönetmenlerin çektiği konuyla ilgili bağımsız filmler sayesinde oranın düşmesi yine de tatminkâr etmiyordu.

hikayemiz böyle başlıyor..

Odd Ostrov. Tromsö 6 Aralık  1996 doğumlu. Norveçli babadan Slovak anneden doğma bir genç. 
Tromsö Petrol arama merkezinde petrol mühendisi olan Ake Ostrov, Kosice Teknoloji Üniversitesinde Madencilik ve Metalurji Mühendisi ana bilim dalı doktor Nina ile Letonya’da Scandal Bar’ın lobisinde tanışıp sevişip birlikteliklerini Odd adında bir bebekle taçlandırmışlardı. Tromsö’de Kuzey ışıklarına varmadan 10km geride huş ağacından yapılma 2 katlı orman evinde..

Nina, Doğu avrupa ülkesi kızları gibi aşkı uğruna üniversiteye ara verip Ake ile yaşamayı kabul etmişti. İlk başlarda güzel işleyen ilişkileri ilerleyen yıllarda çatırdamaya başladı. Ailevi sorunlar baş gösteriyor, Ake’nin iş temposu artıyor.. ve Odd yalnız büyüyordu.

Şiddetli aile çatışması nedeniyle Nina bir gece Tromsö’den 21 saat sürecek olan Stockholm trenine atlayıp ordan uçakla  Bratislava’ya geri dönüyor..

Yalnız, aile huzuru görmeyen Odd, arkadaşlarının etkisiyle alkol, uyuşturucu ve sekse başlamıştı, 15’inde. Dersleri başarıları olan Odd, babası Ake tarafından tatillere gönderiliyor. Baltık ülkelerinde ucuz alkol ve seks nedeniyle ilerleyen yıllarda kendisinin sonunu getirecek hamleler yapıyordu..

Bir gece Helsinki’de Pussy Barda tanıştığı Simone ile birlikte bardan çıktıktan sonra Aleksanterinkatu Caddesinde Finli 3 genç tarafından öldüresiye dövülerek Simone’yi kaçırıp günlerce çeşitli fantezilere konu olabilecek işkencelerle öldüren 3 genç günler sonra Helsinki yerel basınında 3.sayfada yeri almıştı.

Uyandığında kendini Turku Aura nehrinin kenarında bulmuştu.
Helsinki’den 161 km uzaklıkta olan Turku’ya nasıl geldiğini merak eden Odd, kendini buz tutmuş nehrin üzerinde çırılçıplak halde olduğunu anımsadı birden. Bir an evvel Stockholm’e nasıl gideceğini düşündü. Ordan trenle evine gideceğini biliyordu çünkü..
Çevresinde üstünü örtecek bişey bulamayan Odd, çırılçıplak bir şekilde nehrin üzerinde yürümeye başladı. Bulutların İskandinav film atmosferi şeklinde toplanmaları iyice bunalıma sokuyordu. Saatlerce çırılçıplak bir şekilde yürüdü.. Etrafında ne bir insan ne bir canlı varlık vardı..

Yorgun bitap halde yere düşen Odd’u nehirde balık avlamaya gelen Turku yerel halkı üstünü sararak arabaya koydu. Nehirden arabayla şehre doğru gittiler.

Sovyetlerden kalma yıkık bir evin sobasının yanında ısınmaya çalışan Odd yavaş yavaş kendine geliyordu.. Gözünü açtığında nerde olduğu dair düşünceler beynini delip deşiyordu. Ev sahibi Eetu Korhonen adında yaşlı bir öğretmendi. Eşini bir trafik kazasında kaybetmiş, çocukları olmayan ve yalnız yaşayan Eetu’nun tek öyküsü, nehirden balık toplayıp satmak.

Odd kendine geldiğinde buraya nasıl geldiğini, soğuktan titreyen sesiyle söylemeye çalışıyordu.

Bir süre Eetu’nun evinde kalan Odd şehirden ayrılmaya başladı.

-Öykü Arası-

Odd, Tromsö üniversitesi psikoloji bölümünü kazandığı zaman arkadaşları Odin, Hnoss ve Budak ile beraber ceplerinden çıkardıkları kubarları içerek Kuzey ışıklarını izledi.

Kubarlar ciğere karıştığı zaman
Kırmızı ruhlar dağıldığı zaman
Odin Hnossla barıştığında..
Budak tuur’u çaldığı zaman

Odd çektiği kubarın etkisiyle Pussy Bar’da tanıştığı Simone ile zevkin doruklarında hissediyordu, bilinçaltında..
Odin kaleydoskopik bir titreşimle kafasını sallayıp kuzey ışıklarını yönlendiriyordu..
Budak tuur’u eline alıp kuzey ışıklarını kovalıyordu, Dünyadan. iyi ruhları kötü ruhlardan koruyan bir şaman edasıyla tuur’a vurup Odin ve Odd’un bilinçaltını yönlendiriyordu..

Odd, Simone’yi Pussy barın klozetinde kafasını duvara vurarak ve gel-git ler yaparak bilinçaltındaki disparonik ritimleri boşaltıyordu, Simone’nin yüzüne..

Odin tanrılaşarak kuzey ışıklarını yönlendirerek içindeki egoyu atıyordu..

Odd 06:52’ye kurduğu alarmı duyarak yerinden fırladı, gördüğü rüyanın etkisiyle..

7,30’daki derse geç kalmamak için var gücüyle çaba sarf ederek yolda yarı uykulu yürüyordu..





-Öykü Sonu-

Psikoloji bölümünde okumanın verdiği hazla insan davranışlarını etkileyen iç ve dış faktörler üzerinde günlerce kafa yoruyor. kendini din, toplum, çevre, felsefe, uyuşturucu vs. gibi konulara araştırmaya yönlendiriyordu..
İskandinav insan davranış yapısıyla bir Afrika, Ortadoğu vb. bölgeler ile ilgili makaleler okuyordu

Dinlerin insanlar üzerindeki ahlak ve sevgi etkisi üzerine yazılmış Anila Gomsrud’un yazısını okuduğunda kendi boş bir dünyanın içinde olduğunu anımsadı. Ataları Vikingleri araştırmaya itti kendini. Ordan da paganizme girdi..
Paganizm ilgisini çekti.

İzlanda’da “asatruardelagia” adında bir dernek dikkati çekti. İskandinav ülkelerine yeniden paganizm tanrılarına inanmayı yayan bir dernek.
Dernekle Skype üzerinden iletişime geçti. Reykjavik deki bir tepeye yapılmış tapınaklarını görünce araştırma heyecanı bi kat daha arttı.

Kitaplarda, makalelerde okuduğu o insan davranışları üzerindeki bilgisel içeriği daha da teorik uygulamaya dökebileceğini düşündü. Ayinlerde insanların davranışlarını daha yakından gözlemleyebilmesi kendisi için bulunmaz bir fırsattı. Hatta şamanların kullandığı iksirleri almadan önceki ve aldıktan sonraki hallerini de görmesi de araştırması için paha biçilmez bir şey idi..


17 Aralık 2020

asatruardelagia derneğinin 20.kuruluş vesilesiyle kutsal ayin düzenleniyordu. Reykjavik’e..
Odd bir gün önce 4,500 nok ödeyerek gidiş biletini alarak Reykjavik’e vardı. Oradan da araba kiralayarak tepedeki tapınağa gitti.

Yanında bir tek şaman davulu adı verilen tuur müzik aleti vardı. Şamanizm’i araştırırken ilgisini çekmiş İsveç’in Uppsala kasabasında müzikolog ve genç kam adayı olan OQ tan almıştı. Yıldırım  çarpmış bir kayın ağacı ve hastalıktan ölmüş ceylan derisi ile yapılan müzik aletini tam 3 yıl beklemişti..

tapınağa girdiğinde morgu andıran ıssız bir soğuk karşıladı kendini.. yüksekliği 4 metre çevresi 5 metre olan dairesel şeklinde olan tapınak, üstü dom şeklindeydi.. Karşısında skypeden üzerinden aylarca konuştuğu derneğin başkanı hilmar emersoon’u görünce koyu bir muhabbete girdi.

Saatler sonra konuklar bir bir gelmeye başlamıştı. Hilmar tek tek konukları Odd ile tanıştırdı,Odd’un hikayesinden bahsetti. Gelenler İskandinav insanlarından görülmeyecek sıcak bir tavır sergiledi. Odd’un dikkatini çekti.

-İsterseniz sizleri konukları ve törendeki insanları tanıştırayım.. -

Odin, Mimir, Hermod, Rynkar,Skuld,Tyr, Hnos

Mimir: Odin’in amcası olan Mimir, cömert bir insandır. Bilgisi ile etrafına ışık saçan 75 yaşında Bergen’de tek başına yalnız yaşayan Mimir bergen tren istasyonundan emekli.

Odin: bir gözü görmeyen, 2metreye yakın boyunda gür sakallı olan Bor ve Besstla’dan doğma. Norveç’in asgard kasabasında 2 oğlu ile beraber yaşıyor. Ve çiftçilikle uğraşıyor.

Hermod: Finlandiya posta teşkilatında çalışan evli ve 3 çocuklu..

Rynkar isveç’li saat tamircisi..

skuld: osloda felsefe öğretmenliği yapan skuld, genç ve bekârdır.

tyr: bir gözü kör ve bir kolu olmayan eski bergen adliye kâtiplerinden. Talihsiz bir trafik kazasında gözüne giren cam parçaları nedeniyle bir gözü görmez. Eşiyle çıktığı Finlandiya gezisinde bir kurt tarafından sol elini kaybetmiş.

hnoss: hnoss umay, eski kadın doğum doktoru olan hnoss, aşk filmlerine konu olacak derecede bir aşk hikayesi geçirmiş, yalnız ve bekâr. 70 yaşında..

ve kutsal ayin..

Odd konuklarla tanışarak kendini tapınağın bir parçası olduğu benliğine inandırdı. Genç yaşına olmasına rağmen bu denli farklı insanları görünce içini tuhaf bir ürperti kapladı..

Konuklar yere çizilmiş.. ortada ateş yanan bir dairenin içine girdi.. dairenin 1 metre uzağında bir kazanın içinde  fokur fokur kaynayan ve yükselen dumanlar..  tapınağa yayılarak insanı sarhoş ediyordu..

Çaputlarla yama yapılmış ve ceylan derisini giymiş tuhaf bir adam kazanı karıştırıyordu. Odd bunun bir şaman olduğu kanısına vardı, okuduğu kitaplardan edindiği bilgilerle.. kazanın içindekinin de ayahuasca olduğunu düşündü..

Odd, adamın yüzünü gördüğünde şok oldu birden. Rüyasında gördüğü şamandı bu.
Üniversiteyi kazandığı yıllarda görmüştü. Rüyayı anımsamaya çalıştı hayal meyal. Odin, Hnos.. Derken ve içerdeki sarhoş edici kokuyla beraber… Kendini dünyadan farklı tuhaf bir yerde olduğu anımsadı. Çevresine bakındı birden.. İnsanların tek tek yüzlerine bakıyordu.

Budak, kazanın içinde kaynayan sıvıyı herkese tek tek içirdi..
sonra dairenin içine girerek yanındaki tuur- şaman davuluna dokundu ve eline aldı..

yıldırım çarpmış kayın ağacından ve ölmüş hayvan derisinden yapıldığı anımsayarak tuur’u çalmaya başladı..

ulya ulya ulya
bu bir rüya

dedi birden..

Odd’un başı dönmeye başladı… gözleri kör olmuş gibi gözlerini kaşımaya başladı..

Ve… Budak, ateşin etrafında İslami zikir edasıyla dönerek tuur’u havaya kaldırarak.. bağırarak bir şeyler söylüyordu.. rumgay.. rumgay.. rumgay..

Odd içtiği iksirin etkisiyle yerinden kalkarak halüsinasyon görmeye başladı. 8 bacaklı bir at kendisini göğe kaldırdı. Tapınağın içinde havalanarak, tapınağın çevresini hızlıca dönüyordu..

Yeter.. yeter.. diyerek bağırmaya başladı. Ayağa kalmış olan Odd birden kendini yerde buldu.

rüyamıydı.. düşmüydü..
düşse, kimin düşüydü..
oysa sadece Odd düşmüştü..

 Yitip giden zamana ait kalıntılarla beraber sessizce sürükleniyordu,enlemi ve boylamının bilinmediği düşüyle…

Odd bunları yaşarken Odin’in üzerinden 2 kuzgun geçiyordu, kör olmamış gözünü kapatarak..
asgard’da beslediği huginn ve muminn adında 2 kuzgun.. biri sol omzuna diğeri sağ omzuna konarak bir şeyler söylüyordu. Odin çıldırmışçasına kulağını kapatıyor ve ağlamaya başladı..

Gördüğü halüsinasyon’da kendini çiftçilik yaptığı tarlada buldu. Tarlanın sonuna doğru yürüyordu..

Budak Tuur’u daha şiddetli çalarak kulakları sağır edecek şekilde bağrıyordu..

ulya ulya ulya
bu bir rüya..

Tarlanın sonunda bir kuyu gördü. Bu amcası Mimir’in tarlası için açtığı kuyuydu. Aslında böyle bir kuyu yoktu gerçekte. Birden diğer gözünün kör olmadığı anımsadı.. Kuyunun içindeki sesleri duydu..

Kuyuya yaklaştı ve birden kuyunun içinde bir ağaç olduğu gördü. Merakı iyice arttı. Bu ses nerden geliyordu ve kuyunun içinde ağacın ne işi vardı..

Dengesini kaybedip kuyunun içine düştü. Ağaçta baş aşağı asılı olarak kaldı birden..

ses kulaklarını tırmalıyor..

Birden gözünü aştığında karşısında Budak’ı gördü. Tuur ile ateşin etrafında İslami zikir edasıyla dönüyordu.. Odin eliyle yüzüne dokundu.. rüyasında iki gözü olan odin tek gözlüydü Budak’ın karşısında.. ve hala başı dönüyordu..

Rynkar, Odin’e 9 gün o ağaçta nasıl asılı kaldın dedi.

Tyr eline kılıcı aldı. Etrafında insanları teker teker öldürerek birden havalanmaya başlandı. Herkes tyr bakarken hermod’un boğazına sarılan skuld, hermod’u nefessiz bıraktı. Ölümle yaşam arası uzun ince bir yol misali hermod can çekişiyordu.. Herkes ne olduğuna karar veremedi. Budak ateşin etrafında dönüyor,tuur’u çalıyordu..
Birden skuld, hermod’un dudaklarına yapıştı. Öpüşmeye başladı.. nefesini içine veriyordu..

ölümle yaşam arasında kalan hermod yerinden kalkarak sendeleye sendeleye yürüdü.. ve yere düştü..

budak tuur’u çalıyordu..
ulya ulya ulya
bur bir rüya..

hnoss umay’ın etrafında yüzlerce bebek vardı.. bebek sesleri herkesin kulaklarını sağır edecek şekildeydi.. Umay tek tek yerden alarak giydiği ceketin içine saklıyordu..
birden umayın üzerinde kara bir duman belirdi..

Budak Tuur’u çalmaya devam ediyordu..

Odd kendini Tromsöde bir ormanın içinde buldu. Anlamsız bir şekilde hızlıca kaçıyordu ormanın içinden.. kaçışına yağmur eşlik ediyordu.. etrafına tuhaf tuhaf sesler duyuyordu.. kurt çığlıkları, bebek ağlamaları..
Birden ağaca asılı bir insan gördü, korktu ve daha da hızlanmaya başladı…
ve durdu.. bir ağacın altına düştü..

genç kam adayı, eline aldığı şaman davuluna vurarak.. yıldırım düşmüş kayın ağacından yapıldığı anımsadı..

18 Aralık 2016
Tromsö’de yürüyüşe çıkan Eir ve Nott çifti  huş ağacının altında yarı baygın şekilde bir genç gördü..
ve Günlerce Norveç basınında yer aldı..

Norveç’te intihar oranları hızlıca yükseliyor..

  *Öyküde geçen isimler ve mekanlar tarihi olaylara dayanarak kurgulanmıştır..

Anlatan ve Fotoğraflayan: Mehmet Budak
Öykü: Odd Ostrov
Fotoğraf: Letonya Cesis kasabasında 25 Aralık 2011 tarihinde çekilmiştir.

19 Haziran 2017 Pazartesi

seni yazılarda aramak.. anmak


bugün tam 10 yıl oldu hala
gidişine..
geri gelmeyişine..
özlemlerin başlangıcına..

gidişinden sonra yazı yazmaya başladım
önce senden
sonra senden sonraki yaşanmışlıklarıma..
ve gidişinin yıldönümlerinde yazardım sana
sonra da yanına gelip dert yanardık ordan burdan

ölmek ne bişeymiş,yaşayan için..
senden önce.. sonra.. onca ölümler gördük hiç biri de bu kadar yakmadı be..

çocukluğum seninle geçtiği için mi
yoksa çocuklarınla çok vakit geçirdiğimden mi
ya da nedir..
sana olan yakınlığım..

kan bağının dedikodu malzemesi olduğu şu şehirde
yakınlığım, kan bağından diyorsan hiç sanmam
yaşayanlar bile ölümünün ardından senin varlığını arattırıyor şu şehirde bana.

şimdi şurda yaşayanlara
yine yazılarımda olduğu gibi en ağır eleştiriyi yapsam
sadece özlemini arttırır ve anlayan birkaç kişi için dedikodu malzemesi

inan yaşayanların bir ölüm kadar değeri yok..
değerli kılan ölüm müydü
yoksa yaşantılar mı
ya da yaşayan derecesinin değersizliği mi..
oysa bunun bi açıklaması olmalı 3 günlük hayatın 3 cümlelik yukarısında.

dedim ya
varlığını özlüyorum.
ölmüş olmanı değil.
yani ölümün ardından şov yapmak için
dedikodu malzemesi çıkarmak için
ya da sırf sen öldün diye yaşayanlardan hıncımı çıkarmak için
özlemedim,aramadım hiç seni..

derdim sana olan sevgimi anlatmak ya da belirtmek değil
sadece seni aramak yazılarda..
ve senden sonra başladım yazmaya,biliyorsun
(biliyor musun ya da hiç hissettin mi onu da bilmiyorum ama)
oysa kişisel bir eleştiriydi bu.
dedim ya sadece özlemini arttırıyor
seni yazılarda aramak
seni anmak

Bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen
o da üzülmüş aynı benim gibi
benimki daha acıklı değil onunkinden
fiyakalı değil onun acısı benimkinden...
güzel olan sadece kelimeler
kelimeler..

Belki bir zaman görüşürüz,uzak bir yerde..

19 Haziran 2017 / İsimsiz bir şehirden



20 Eylül 2015 Pazar

Vicdan - Zaman İlişkisi



Madem ki durumumuz budur usta, o zaman bunu kaydedelim.. Yitip giden günlerin muhasebesini yapmakla geçiyor,şu günlerim.. Doluya koysam almıyor, boşa koysam dolmuyor..
Üniversite yıllarında muhasebem pek iyi değildi,acaba ondan mı diye düşünüyorum! ya da muhasebenin içine vicdan teorisini koyduğumdan mı..
Vicdan teorisini işin içine katınca o zaman sinirlerim öyle zıplıyor ki..
Ne hümanistliğim kalıyor..ne de dünyaya olan inancım..
İnancım dediysem dini bir terim olarak kullanmadığım inanç.. kısacası güven!
Kardeş kardeşe düşman olduğu şu dünyada güvenden mi bahsedilir..Güldürmeyin beni a dostlar.. Hayat bazen insanı öyle zorlar ki.. dünya denilen oyun alanını siklememeye çalışırsın. bunun adına tecrübe derler bizim oralarda..
Neyse yine düşünceler yığınından uyuyamadım. uyumuş numarası yapıp düşündüm en sonunda..
Şu yaşadığımız 6 yılı düşününce işte bu durumla karşılaştım.. Kendi yerinde, kendi zamanında (bunu anlayana kadar çok laf sokarım da, neyse vicdanlıyım!)
Düşündükçe insanlığımdan çıkıyorum,bir kin nefret alıp götürüyor beni, Malatya'da..
Yaşanan yerlere gidiyorum. Ne diyorsun bu duruma diyorum.. sonra yine anılar geliyor aklıma.. cıvıl cıvıl koşuyor,peşimden.Bir hüzün akıyor,Kernek şelalesinden Malatya'ya..
Sikerim mına koduğumun şehrindeki insanlarını da.. yaşattıklarını da diyorum..
Sonra kendi aileme bakıyorum..
Vicdan muhasebesini devreye sokuyorum.. Susuyorum.. Koskoca bir suskunluk..
Susuz bir sıcak yaz gününden..
"Sahi,biz niye gittik"diye düşünce kapladı içimi..
Gitmeseydik ne mal olduklarını göremeden ölüp gidecektim..
Birden kendimi günlük tuttuğum o 14-15 yaşlarındaki halim gözümde canlandı..

Zaman diyorum sadece.. yazı yazmayı  bırakırken.. ömrümün sonuna yaklaşırken..
Zaman alayınızın .mına koyacak da bilmiyorsunuz.. Bilmeden yaşıyorsunuz,işte..
                                                       16 Ağustos 2015 - 15:10 / Malatya

Kokuşmuş İlişkiler


Dinsel inanışlarıyla sorguluyorlar,yaşadığımız o günleri.. Kokuşmuş ilişkilerini boktan bir girdabın içine atarak mahvediyorlar, geçmişi..
İnsanın aklı bir türlü almıyor. Deliliğin zırdeli çekiminde yürüdüğü o günleri anımsayınca içimi boş ve gereksiz bir heyecan kaplıyor..
Küfrediyorum,alabildiğince..
Gerçekten anlamıyorum,o kokuşmuş ilişkileri. Bir insanoğlu neden böyle yapar ki.. Dinsel inanışlarında görmüyor mu bunları..
60'lardan kalma bir plağın peşine takılarak aynı melodiyi neden koyarlar,besteledikleri ucuz sözlerınde..
                              17 Temmuz 2015 - 14:45 / Malatya

12 Eylül 2015 Cumartesi

Malatya'ya dair yaşananlar


Yıllardır özlemini duyduğum Malatya şehrindeyim. Bugün 20 gün olmuş..
Bazen yazmak istedim.. kızmak.. bağırmak.. daha doğrusu içimdekilerini kusup atmak.
Dizginledim bir süre.. bazen demlenmesini bekledim. bazen boş verdim.
Şimdi..
Koğuşta yatağa uzanmış dolaptan defteri çıkartıp aldım kalemi.. önce eski yazıları okudum sonra yazmaya başlasam mı diye düşündüm.
bir sigara yakıp rahatladım..
ve sonra..
6 yıl önce.. 6 yıl sonra.. ve şimdiki zaman..
vakti zamanında yaşananlardır,gerçek olan.. anlatılanlar değil.
Gaziantep'te bulunduğum 6 yıl boyunca hep anlatılanları dinledim..
Suskun ve yalnız geçen günlerin içinde biriktirdiği düşünceleri kusuyorum.
Kendi egolarını aile yaşantımızda tatmin etmeye çalışan akrabalarımdan öyle tiksindim, öyle nefret ettim ki.. şehrin molozlaşmaya başlamış bölgesindeki her santimetre karesine düşen her yerde hissediliyordu..
bu öyle nefret ki..insan yaşadığı yerden neden nefret eder düşüncesini tüm benliğimde hesaplaşmasını yaptım,6 yıldır. antepte..
ve anladım ki..
öyle saçma gereksiz akraba ilişkilerimizin olduğu sadece çıkar üzerinden kurulan ilişkileri kanbağıyla düzeltmeye çalıştıklarında komik oluyordu..
Babamın yaşadıkları..annemin hastalığı.. kardeşlerimin nefretleşmeye başlamış akraba ilişkileri..
öyle bir durum ki.. yaşananlar.. söylesem tesiri yok, sussam gönlüm razı değil.
Bize karşı söylenen her söz, hareketlerin karşılığını yalnız "O"na bıraktım. Zaman herşeyin ilacı olduğunu öyle hissettirmeye çalışıyorum beynime..
Geriye dönüp baktığımda son 1-2 yıl içinde yaşananları düşündüğümde çok iyi anlıyorum..
Sadece düştüklerini görmek istiyorum..
Şimdilik yazacak bişeyim kalmadı.. Sigaramı yakıp biraz yürümek istiyorum.
                                       2 Temmuz 2015- 19:15 / Malatya

6 Eylül 2015 Pazar

yolda akıp giden hayatlar


dün, şehrin bilmediğim bir sokağındaydım..
hayat yine sıradan bir şekilde akıp gidiyordu,orda...

yoldan geçen insanlar..
arabalar..
sabah okunan sela..
sokağın pisliğini temizlemeye çalışan yağmur..
bir simitçinin önünde duran 3 tabure 1 masa..

ve yalnızlık yine peşimi bırakmadı!
bir berbere sığınıp yolda akıp giden hayatları seyrettim..
bir otobüs camına yaslanan yüzler gördüm..

sonra berber aydın çay demledi
birer sigara yakıp..
yolda akıp giden hayatları konuştuk.

radyodan çıkan ses,
camın üzerindeki hüznü arttırdı.
yoldan geçen insanlar..
arabalar..
ve köşebaşındaki yalnızlık..

hayat yine sıradan bir şekilde akıp gidiyordu..

22 Nisan 2015 / İsimsiz bir yerden



 

üzerinden yıllar geçmiş gibi



bir sabah..
bir dünya'dan başka bir dünyaya geçiş..
sanki üzerinden yıllar geçmiş gibi..

yollara taşan insan kırıntıları..
küfredermişcesine yaşanan
bir gün..

sessizlik..
korku..

ve bir sabah
duyulan sela..
2 kişilik yalnızlık..

ve ardından nisan yağmuru..
yollardan geçen arabalar..
insanların yüzlerindeki hayat kavgası

bir berber camını temizleyen hüzün
ve aynada yansıyan yabancılaşmak..

ve yaşananların
resmi yalanları..
doğruları..
umutsuzluğu..
hayalleri..
yitip giden zaman..

sanki üzerinden yıllar geçmiş gibi
yaşanan bir gece..
ve yaşanmışlık duygusu..

21 Nisan 2015 / isimsiz bir yerden

25 Ağustos 2015 Salı

Eryatağı Öyküleri: Son Gece



Yaşanmışlığın bittiği son geceydi.. ve eryatağına yine yağmur yağıyordu.
    koğuşlarda bir curcuna almış başını götürüyordu,bir kışladan başka kışlaya..

9 Haziran 2015 - 22:17 / Amasya


Eryatağı Öyküleri: Nedensellik


Bazı anlarda soruyor insan, kendine.. Bu dağ başına neden geldim. neden binlerce insan var.hatta binlerce insanın içinde neden yalnız kalabiliyor,insan. yüzleşmek gerekir,kendinle;ölmeden önce.
ve burda binlerce insan ölmüş.. yaşarken.. giderken..
ve burda zamanın saçmalanmış kipiyle çekimlenebilen öyle fiiller var ki, çimleri temizlediğimiz zaman aklıma gelen filler ve çimen filmi gibi..
yazıya ve anlatıcıya saçma gelse de saçmalamak bile rahatlatıyor,insanı..
özlemek duygusunun bir üst versiyonun bilinçaltına çıktığı günlerde zamanın zorlaştırıcı etkisi benlikte hissediliyordu..
                                        4 Haziran 2015 - 21:53 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Bir Hafta


Bugün bir hafta kalmış,mehtaba. . Yani asker diliyle acemiliğin bitmesine. 3 Haftadır yapılan muhabbetler.. girilen içtimalar.. eğitimler.. bitmesine 7 gün kalmış,öyle diyor şafakmatik. Herkeste olmasa bile burdakilerin çoğunda var bu şafakmatik denilen zamazingo. Geçen zamanı hesaplıyor,arta kalanı gösteriyor..
Zamanla ilgili bir sıkıntım olmadığı için alma gereksinimi duymadım.

Burdan geçip giderken özleyeceğim o kadar şey var ki..Bazı içtimalar öncesi ve sonrası o ağaçlık alanda yapılan sohbetler.. içilen sigaralar..
Dediğim gibi geçip gidiyor zaman, yakalamak imkansız.

Askerlik öncesi acemi öykülerinin çoğunun yersiz olduğunu eryatağının piyade 3.koğuşu öyle güzel anlatıyor ki,bu hikaye bitmesin diye dua ediyor,anlatıcıya..

Geldiğimden berri birşeyler yazmaya çalışıyorum. Bazen edebiliğimden,bazen anlatıcılığımdan, bazen can sıkıntısından.. Yazılanları toplu halde koğuşta okumak, saçmalanmış zamanı güzelleştiriyor.

Yeni arkadaşlar edindim. Memleket arkadaşlığı.. Muhabbet arkadaşlığı.. Askeri eğitim dışında neler öğrendim diye sorsam kendime..

Yaşanmamışlık duygusunu öyle özlemişim ki.. 1 aylığına hasret giderdim,diyebilirim. En son 2011 Kasımıydı,yabancı bi ülkede, soğuk bir zamanda..

Yazacak çok şey var burda.. ve demlenmeye zaman vermeyen duygular da var..
                3 Haziran 2015 - 09:25 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Can Sıkıntısı


                                Zaman geçip gidiyordu,bilinenden bilinmeye ..
                                Herşey daha güzel olacak umuduyla akıp gidiyordu..
                                                3 Haziran 2015 - 09:15 / Amasya

9 Ağustos 2015 Pazar

Eryatağı Öyküleri: Sabri ile Basri



                                                   Bir Askerlik Komedisi
                                                       Sabri ile Basri
                                                  10 Haziran'da Yemin Töreninde...

                                               H.Basri Çoban ve Y.Mert Binici'ye İthafen..

Eryatağı Öyküleri: Şafak


Mehtap yaklaşırken şafak hala karanlığını koruyordu..
Gelme seni de sikerler lafının itibarsızlığı eryatağında hissediliyordu..
                                                31 Mayıs 2015 - 19:29 - Amasya

Eryatağı Öyküleri: Kitap


Bir gölge düşer gözlüğün üstüne..
bir yatak
bir kitap
ve ters çevrilmiş gözlük
ve okunmayı beklercesine uzanmış bekliyordu,yatağın üstünde.

ve herkes bir kitap okuyordu,burda.. zaman çabuk geçer hipotezine sığınarak..
kimisi kendine sığınarak kitap okumuyordu..
-kimileri de aynı kitabı aynı anda okuyarak zamanı farklı yaşıyordu.. -

        Hamza Büyük'e ithafen.. / 359 KD - İstanbul
                                                          31 Mayıs 2015 - 19:19 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Geçen Zaman


Devir daim eden günlerin birleşimiydi,geçen zaman. Bugün onsekiz olmuş ve yaşanmamışlık duygusunun giderek silinmeye başladığı bugünlerde,eryatağından akan yağmurun geçen zamanı sıkılmışlığa sürüklüyordu.
                                                    31 Mayıs 2015 - 19:05 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: İçtima


                                        İçtimalar doldu bugün
                                        4 takım
                                        6'şar manga
                                        her manga onbeş

                                       yine içtima sesleri yükseliyor,koğuşlardan..
                                                 31 Mayıs 2015 - 18:30 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Haftasonu


 3.Koğuş pijama partisindeyken bölüğün önünden yükselen dumanlar  eryatağını hüzünsü havaya sokuyordu..Mehmetler uzun uzun bakarken..
                        M.Oğuzhan Bektaş'a ithafen.. / 359 KD - Erzurum
                                               30 Mayıs 2015 - 19:00 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: 3.Koguş


Burası 3.Koğuş, tertibim..
burda yaşananlar gerçek..
burası 3.Koğuş,tertibim..
gece on'da yatılır..
sabah beş'te kalkılır..
geceleri eryatağına soğuk inerken
koğuşta horlama yükselir..
manga manga..

burası 3.koguş,tertibim..
2.takım
6 manga
58 okumus asker
kimi işşiz
kimi mühendis
kimi memur
kimi turizmci
kimi işletmeci

ne ararsan var burda
ver bi ateş,cigaramızı yakalım..
yalnızlığına ortak olalım..

24 Mayıs 2015 - 9:25 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Yağmuru Beklerken



Yeni dönem türk sinemasının bıraktığı minimal iskandinav sessizliği, eryatağındaki ağaçların altında hissediliyordu,5.18 şiddetinde..

Polen bulma arayışına giren arılarla içtimaya giren Mehmetlerin kıyasıya yarışı, eryatağındaki sessizliği bozdu.

Kuşların sesiyle bir konçerto hazırlığına giren eryatağı, akşamüzeri yağmurunu beklemeye koyuldu..

                                            23 Mayıs 2015 - 10:30 / Amasya

25 Temmuz 2015 Cumartesi

Eryatağı Öyküleri: Sıkılmış Zaman


                                              yazacak hiçbir şeyim yok
                                              sadece zaman geçiyor
                                              içtima üstüne içtima
                                              sigara üstüne sigara

Eryatağı Öyküleri: Saçmalanmış Zaman


Buralarda zaman öyle geçiyor ki..
bir şarkının ismine bile konu olabiliyor..
ama diyor komutan;
"burda zaman önemlidir." herşey zamanla. uyuma.. kalkma..
sıçma bile zamanla..

yitip giden zamanları anımsarken
yine yağmur yağıyor,eryatağına..

havada kızıl bir bulut
cepte kırmızı bir winston..

bazen saçmalamak bile öyle zevk veriyor ki; içtimanın acısını bile örtbas edemiyor!
                                                                         22 Mayıs 2015 - 21:26 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Eryatağı Sessizliği


Sessizlik..
alabildiğince günler uzunluğunda..
yeniden doğmuşcasına hiçbir şey hatırlamamak..

öyle boş boş..
Eryatağının dağlarına bakarak..
çayına sigara yaparak izlemek..

unutmak..
yalnız kalmak..bir iskandinav ağırlığında..
ve karadeniz sessizliğinde..
zaman geçiyor
bitip geçsin diye söylenen uzun mehmetlerin umutlarıyla..
                                      19 Mayıs 2015 - 21:44 / Amasya

11 Temmuz 2015 Cumartesi

Eryatağı Öyküleri: Hemşerim


Özledin mi hemşerim..
Yok be usta..
Okursun adam ol diye..
İş bulamazsın söverler..
Askere git derler adam olsun diye
Askerde akıl ağacı mı var be usta..

19 Mayıs 2015 - 15:11 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Eryatağı


Eryatağı'na yağmur yağıyor
İçtimalar doluyor
Sabah kargası, Mehmetleri selamlarken..
Çavuş emri veriyor..
-kim sikler çavuşu-

Eryatağı içtima dolu
Koğuşlarda ayak kokusu
Kantinde sıra dolu
Sigaramın son kutusu

19 Mayıs 2015 - 09:31 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Yaşanmamışlık duygusu


Ankara'dan yola çıktığında içindeki o umutlu hüzünvari telaşlılık duygusunu aştinin ikinci katında kaybetmişti,ortalık ana baba günüydü ve anasını babasını yanına alan kınası daha kurumamış angara bebelerinin mehmetçik olma hevesi sessizliği bozup kendini yollara atmıştı.

Gözünü açtığında..  Başındaki muavin, kalk birader Amasya'ya geldik dediğini hatırladı..
Dedi.. Ben nerdeyim.. Allah'ım burası neresi.. diyerek, kaderi daha içsel bir hale soktu..

Hava öyle bir soğuktu ki; ankara'da arkadaş evinde alınan clipper marka çakmak bile sigarayı yakmaya yetmedi.. Tir tir titriyordu ve yaşanmamışlık duygusuyla öylesine bakıyordu,amasya'nın dağlarına..

Sessizliğin bir karadeniz tonunda ritim tuttuğu boş dağlar, yaşanmamışlık duygusunu kutsallaştırıyordu..
                           17 Mayıs 2015 - 22:07 / Amasya

4 Temmuz 2015 Cumartesi

Eryatağı Öyküleri: Mum alevinin sessizliği


Bir mum alevinin sessizliğinde geçiyordu, ankara'da son gece.
Şehrin ışıklarıyla huzur buluyordu,yaşananlar..
ve başka yaşanmışlık duygusu eşliğinde son buluyordu,şehrin çıkışlarında..

rüyalar.. korkular.. kayboluş..

Ve bilmediği bir şehrin girişindeydi.. bilinmeyen sokaklarda, yaşanmışlığı henüz onaylanmamış soğuk bir ürpertiye bıraktı, kendini..

uyayarak geçer hipotezibe dayanarak yaşananları rüya biliminde test etmeyi denedi.Yorgunluktan başarısızlığı şehrin tüm sokaklarında görüldü..

geriye sadece mum alevinin sessizliği kaldı.
                                                                  14 Mayıs 2015 - 22.27 / Amasya

Eryatağı Öyküleri: Üçüncü Vagon


kısa bir molaymışcasına geçen tatlı, telaşlı bir koşturmacadan sonra istasyonda yerini almıştı,
altı kırkdokuz güney treni.. ama onun yolculuğu kuzeyeydi..
hayatındaki insanlar gibi ters mi gidiyordu, hiç bir terslik bulunmayan trende..

herşey yerli yerindeydi.
doğudan gelen insanlar..
anadoludan gelen insanlar..
gece boyu ağlayan doğu bebeleri..
cilveleşen çocuklu insanlar..
vagonlar arası sigarasallık geçişler..

geceler yine sessizliğe bıraktı,kendini..
bozkıra ulaşmadan.

tren camına yansıyan kişilikler teker teker boğuşuyordu rüyalarına girmiş benliklerinde..

üçüncü vagonun elli ikisinde uyuyan üç yaşındaki kızın yüzünde gördüm,yabancılaşmışlığı,yaban ellere giderken.

uyandığımda..
bozkırın ortasında sisler,güneşin doğuşunu kutsayıp dağıldı..

11 Mayıs 2015 - 8:25 / Kırıkkale

Eryatağı Öyküleri: Şehirden Kaçış


                 O,
                 Şehirden ayrılıp giderken..
                 şehre yağmur yağmıştı..

                 şehirden ayrıldıktan sonra
                 bir telefon konuşmasında..
                 kısa
                 hatırlanmayan rüya gibi geçen
                 yolculuk sırasında öğrenmişti..

                ve anlamıştı,.
                aşağılık kompleksine yakalanmışçasına,
                                                                          geçen zamanı..

                yollar mı geçiyordu
                yoksa içi mi geçiyordu
                      bilmiyordu..

                sadece gidiyordu..
                ve bu şehirden ilk kaçışı değildi
                ama son kaçışı olabilirdi..
                çünkü öyle dua ediyordu..
                                                         10 Mayıs 2015 - 21.45 / Sivas

1 Nisan 2015 Çarşamba

Çapalı'ya ağıt / Cafer Kiya'ya..

















Yıl 2014..
Bahar'a girerken..
Doğu'nun soğuğu tüm şehri sarmıştı..
o zamanlar..

Ve Burç'tan
Körkün'ü geçip Ulu Mahseri'ye uğrayıp Sergen'den girmişti, Çapalı'ya..
o yakıcı soğuk..

ve Köy Meydanında öyle bir yükselmişti ki o soğuk, baharın o ağıtlı gecesinde..
ta başçayır'a kadar hissedilmişti, o gece..

ve sabahın ilk ışıklarında..
sessiz çığlıklarında yakalamıştı..
nebileri.. budakları.. karacaları.. garipleri.. ümmetleri..

dediler kiya hakka kavuştu..
ve onlar..
kiya hak adamıydı dediler..

sabahın ilk ışıklarında harman yerinden yükselen o yakıcı soğuk..
köyü yeniden bir aleve sürükledi ki..
doğu'nun soğuğu bile dindiremedi yüreklerdeki o alevi..

aleviydi ki ..
köyün ileri gelenlerindendi..

kiyaydı..
köyün gözüydü..
yüreklerdeki alevi görmezden gelemezdi, tüm şehir..

Harman yerinde yükselen o alevi..
ve civar köylerden gelen o alevi yürekli dostlar biraz da olsa söndürmüştü..

ve
köyün kadınları sessizce ağıtlar yakıyordu,cemevinde..
doğu'nun soğuğu dinmeden..

ve
köyün erkekleri kadınlarıyla beraber kiya'yı hakka uğurladı..

dediler kiya hakka kavuştu..
ve onlar..
kiya hak adamıydı dediler..

gençler dedi..
Kiya'yı da uğurladık..
Kim dedi bizleri toplayan..
kim dedi o alevli ateşi yüreklerimizden atacak..

dediler, kiya..
köy'deki herkesi kendi çocuğu bildi..
yardımına koştu.. yetiştirdi..

dediler, kiya..
Çapalı'nın o meşhur çayırıydı şimdiki zamanın büyüklerine...

dediler, kiya
babamızdı.. emmimizdi.. dayımızdı..

dediler, kiya
dedemizdi..

dediler, kiya
budaklardı..
dursun'un büyük oğluydu..

dediler, kiya
nebilerdi..
kürt mustafa'nın oğluydu...

dediler,kiya
şimdiki zamanın çapalı'sıydı..
o yüreğiyle herkesi çapalı'ya bağlayan..


Oyy.. özünü sevdiğim.. Çapalı'lı dostlar..
Cemevinden öyle yükseliyor ki, sessiz çığlıklar..
Yürekler dayanmıyordu..

Dedelerin ezgileriyle yürekleri
hakka ulaştırıyordu,Kiya'yı..

Rüyalarda buluşuyordu..
Beyaz elbisesiyle karşılıyordu anaları, teyzeleri.. çocuklarını..

Söylüyordu, herkes..

Yıllar sonra..
Çapalı'da bir Cafer Kiya vardı, derler..
derler ki.. ama o yürekler anlar mı..

Keşke iki acı bir olmasaydı..
acılar ortak olmasaydı..

görseydi, tüm millet
duysaydı, Çapalı'nın sessiz çığlığını..

hak verirdi..
hakka giden Cafer Kiya'nın o sessiz ağıtlarla gidişini..

yani dostlar..
amca.. yeğen..
Biri Kürt Mustafa'nın oğlu.. biri torunu..

kolay değil dostlar, ikisini Çapalı'dan bir bir uğurlamak..

sürçü lisan varsa affola..
Çapalı'ya selam ola..

Budak Veli'nin.. Nebi Ahmet'in torunu
Ve Budak Dursun'un da torunu..
 
1 Nisan 2015 / Gaziantep

Doğubayazıt'a Ağıt



Bardaklı'da gece ağarırken..
ve Ağrı dağı karanlığa gömülürken..

yine sessiz bir gece..
ve sensiz bir yıl

sisler kaplıyor, geceyi..
kar kuşatıyor doğubayazıt'ı..

ve o gece..
Bir Zamanlar Anadolu'da..
Ücra bir yerde görev yaparken.
İşte böyle böyle bir gece yaşamıştın

yani ne bileyim.. Şahan'ım..
yine akıp geçiyor zaman, doğubayazıt'ta..
geceleri kar kaplıyor..
sessizliğe gömülüyor tüm şehir..
tıpkı Çapalı'da olduğu gibi..

1 Nisan 2015 / Gaziantep


28 Mart 2015 Cumartesi

sıkılmak




sıkılganlık oranının yükseldiği şu günlerde
sıkılmaktan sıkılmıştı..

beklemek..
gitmek..
gelmek..
yine sıkılmak..

hayat sanki sıkılmak üzerine kurulmuştu,
yaşadığı sıkıntıları hatırlayarak..

dışarı çıkmayı denedi
yağmur yağıyordu..
evde oturmayı denedi
sıkılmışlığına sıkılmışlık ekledi..

sigara içti
sıkıldı
balkona çıktı
hava aldı
sıkılmışlığını tazeledi
sıkılmış portakal içmeyi denedi,
kelime oyunu yapmak için..

sıkılmışlık hiç bu kadar sıkmamıştı sıkılmışlığı..

28 Mart 2015 / Sıkılmış bir şehirden

7 Mart 2015 Cumartesi

Yabancılaşmak


bilmediğin bi şehir..
veya daha önce yürümediğin bir toprak parçası..
öyle anlamsızca yürümek..
bir psikolog terapisine bedeldi,aslında..
yabancılaşmak duygusuyla yüzyüze gelmek..

aslında yaşadığın toprağı yabancıymış gibi yürümek duruken
pahalıya patlardı sigortası olmayan bir insan gibi düşünürsek..
psikolojinin rağbet görmediği bir memlekette.

neyse sadece bir geceydi,
uzun gibi görünen kısa bir zaman diliminden sonra..
bir dilim peynirle kahvaltı yaparken
kısa görünen ama uzun bir yola çıkarken

oysa sadece yaşananlar gerçek..
anlatılanlar değil
tıpkı ölüm gibi..
baharda yaşamayı beklerken,anne karnında.

7 Mart 2015 - İsimsiz bir şehirden

2 Mart 2015 Pazartesi

Sahne 28 Plan 96


sahne 28 plan 96

anlatıcının anlattığı anlatılan masadaki sigara paketinden bir sigara alıp, sigara paketinin yanındaki kırmızı çakmakla beraber odadan yavaş yavaş balkona doğru yürüdü..
Balkonun kapısını açıp biraz yürüdükten sonra sigarayı yakıp çakmağı balkonun pervazında duran küllüğün sağ tarafına bıraktı..
Balkonda volta ata ata sigarasından yudum yudum çekti.. Sigaranın sonlarına gelirken sigarayı balkondan aşağı fırlattı ve balkonun pervazında duran küllüğün sağ tarafındaki
kırmızı çakmağı cebine koyarak odaya girdi..
-kamera odada iken tek plan.. (kamera açısı; anlatılanın arkası.. sigara alıp balkona giderken..)
balkonda; anlatılanın arkasından balkona doğru gidip balkonun kapısı açılıp anlatılan balkona girerken kamera duruyor anlatılan sigarayı yakıp çakmağı koyup volta atışı..
sigarayı atıp balkonun kapısına doğru gidiyor.. kamera sabit.. anlatılan balkonun kapısına yaklasırken kamera arkaya doğru geri plan giderek masaya doğru çakmağı aldığı
kamera açısının olduğu noktaya kadar geliyor.. ve duruyor. -

-plan devam
anlatılan balkondan çıkıp masaya çakmağı koyup yavaş yavaş odanın diğer kapısından diğer odaya doğru geçiyor..

-plan devam
diğer odanın kapısından geçip odanın sol üst köşesine doğru gidiyor.. bilgisayarı görüyor ve bilgisayarın karşısındaki koltuğa oturup bilgisayarı açıyor..
-kamera açısı tek plan.. odanın kapısından içeri giren anlatıcının arkası. ve kapının önü..
bilgisayar yavaş yavaş açılırken, mönitörün yanında duran akılsız cep telefonundan alarm kuruyor.. saat 9.30
bilgisayar açılıyor ve.. ekranda sağ tıklayıp boş bir metin belgesi sayfası açıyor..

ve yazmaya başlıyor..

kamera yavaş yavaş ilerliyor.. anlatılanın arkasına doğru gelirken duruyor..

hala anlatıcı anlatılanı yazmaya çalışıyor.. - kamera zomlayarak metin belgesine doğru geliyor.. metin belgesinin beyazlığı kameranın görüşünü daha da beyazlatıyor..

ekran daha da beyazlaşarak gözlerin merceklerini bozacak şekilde bir hal alıyor..

-görüntü klavye sesleri eşliğinde yavaş yavaş kararıyor..

ekranda şu yazı beliriyor..
anlatıcı: Budakca
Anlatılan: Mehmet Budak
ekranda yazılan yazı: Sahne 28 Plan 96
Kameraman: Hayal Dünyası
Müzik: Edward Artemiev - Meditation

2 Mart 2015 - İsimsiz bir yerden

18 Şubat 2015 Çarşamba

Yol


        
Yoldur.. Giden.. Gelen.. Kaybolan.. Arayan.. Bulan..Bulamayan..
Yol.. Otobüstü, gecenin ortasında..
Yol.. Trendi, bozkırın gündüz kuşağında..
Yol.. Bir uçak gibi yürekleri hoplatan, yeraltından fısıltılar dinleten metroydu..
Yol işte.. Giden.. Gelen.. Kaybolan.. Arayan.. Bulan.. Bulamayan..

Oysa bir sessizlik, camın kenarına yansıyan şehrin ışıltılı yüzünü bozmuyordu,tekerin bıraktığı yol sesini..
Yitip giden kamyonlar..
Yol kenarındaki lokantalar..
Gecenin karanlığında..
Adana'nın girişinde..
Pencerenin dibinde akıp gidiyordu,zaman..
Aslında yol bi yere gitmiyordu,sadece zaman akıp gidiyordu..
yoldan.. hayattan.. herşeyden..
17 Şubat 2015 / Gaziantep - Adana Karayolu

5 Şubat 2015 Perşembe

Şehrin üzerindeki dolunay



Sessiz ve boğuk bir gecenin tam ortasındaydı..
ve şehrin ıssızlığı gecenin üzerine dolunay etkisi yaratarak geceyi bilinmez bir iç sıkıntısına sürüklüyordu..
Kaybolmayan korkular, dinmeyen düşünce depremleri..
ve son istasyona kalmış umut yolculukları birikmişti,yitik bir gecenin ardından.

Dokuz buçuk tranvayının bıraktığı loş bir ferahlığın ardından şehirde herşey yerli yerindeydi,
yurdundan kaçmak isteyenlerin bir süreliğine - ya da kalıcı olarak - sığındığı şehrin molozlaşmış bölgesine doğru
sigarasını küfredercesine çekerek yavaş yavaş gecenin koynundan yarının kucağına doğru gitti.
Kendi öyküsünden sıkılıp başka öykülerin peşinden koşmak istercesine..
sessiz.. boğuk.. ve ıssız bir gecenin ardından.

5 Şubat 2015 - İsimsiz bir şehrin sokakları

1 Şubat 2015 Pazar

O kutsal yaşanmışlık duygusu


Malatya.. Seni nasıl anlatabilirim ki.. Sana dair düşüncelerim, yaşadıklarım üç-beş yazıya sığabilir mi? Hiç aşık olanla, aşık olmayan biri aynı aşk'ı anlatabilir mi? Yaşaman lazım; öyle, üç-beş günlüğüne gelip görmek,Malatya Sevdalısı olmak için yeterli midir sizce..
Gençliğimin Malatya sokaklarında geçtiği o yıllar..
Güzel insanlarla geçen o yıllar..
Her farklı düşünceden insanların birbiriyle olan birlik içindeki o güzel ilişkileri, komşulukları.. arkadaşlıkları.. atılabilir mi yaşanan zamandan.. kopartabilir mi çeşitli politik olaylar.. yaşanan zamandan.
Kutsal bir duygu içinde özlediğim.. adını her duyuşumda içimde fırtınalar kopan, ikinci memleketim..
Her ne kadar yakın bir şehirde yaşasam bile deli gibi özlediğim ama içindeki o kutsal duyguya zarar vermesin diye sık sık gelip rahatsız etmemek için hasret çektiğim şehirsin.. Şehir'den de öte bir sevdasın..
Nice şehirler gördüm.. Nice yabancı diyarlara gittim.. İçimdeki o kutsal yaşanmışlık duygusundan daha üstün bir şehir yaşanmışlığı görmedim ben. Memleketimden bile daha çok üstüne titrediğim bir kentsin,sen..
Sevdiğim yâr Malatya'ya..

1 Şubat 2015 / İsimsiz bir şehirden

22 Ocak 2015 Perşembe

Dünya Ağrısı


sıkıldım.. bunaldım.
dışarıya çıktım..
insanların arasına karıştım.
sigara içtim
öksürdüm
yürüdüm
kaldırımlardan geçtim
bir köşebaşında ağladım
sigara içtim
öksürdüm
yürüdüm
insanların yüzlerine baktım

çaresiz
yorgun
yürüdüm
sigara içtim
öksürdüm
ve bir türlü
içimdeki dünya ağrısına merhem bulamadım..

22 Ocak 2015 - İsimsiz bir yerden

15 Ocak 2015 Perşembe

Sokak


şehrin molozlaşmaya yüz tutmuş sokağına kar inceden inceye işliyordu.. 
yitip giden bölge'nin ardında bıraktığı hüznü örtmeye başlamıştı. 
çocuklar bunu mutluluğa çevirmesini bildi..
                                                              İsimsiz bir şehir'den  - 15.01.15

7 Ocak 2015 Çarşamba

Kâr'ı beklerken..


Soğuk bir doğu kentiydi, diye başladı anlatıcı..
yok yok.. bir anadolu bozkırında ıssız bir ilçe, öyle hatırlıyordu,
pencereden şehrin varoşlaşmaya yüz tutmuş sokağına bakarken.

Müziğin o zamanlar daha çok içselleştiği Ankara-Kayseri otoyolunda..
ve soğuğun pencerenin yanağından bir makaslık düşlerle geçtiği
ıssız bir anadolu ilçesi olan Keskin'de kalakalmıştı,
Beş-On otobüs dolusu insanların arasında.

Yalnız ve bir o kadar da soğuk.. Bozkır'dan gelen öğrencilerin sığındığı
dört duvar, iki ranza ve iki dolap'tan oluşan gecenin -giderek ıssızlaştığı-
karanlığında kendini ele veriyordu,iç sıkıntılar..

Bozkır rüzgarının geceyi yalayarak içine girdiği o çıkmaz düşlerin arasında kaybolurken..
3 gün boyunca kardan dolayı adam ol-a-mayan bir anadolu asfaltında kaldığı o kış..

Bitmiş sigarasını balkondan fırlatıp pencere'yi kapattı..
Beklenen kâr hâlâ yağmamıştı, şehrin molozlaşmış sokağında..

7 Ocak 2015 / İsmini vermek istemeyen bir şehir'den.

25 Aralık 2014 Perşembe

Sızı



yine aynı karın ağrıları..
zamana bırakılmış aşk sızısı..
dikişi tutmayan sev-iş-meler..

sevmek fiilinin iş göremediği bir dil-bilgisi zayıflığında.
akıp gidiyordu..

ve geriye kalan koskoca bir sızı..

sabahlara kadar küllüklerde söndürülen hayatlar
yudum yudum içilen acılar
geçip gitmişti, sanki malatya-elazığ arasındaki o uzun uzun bir yayla molası gibi..
başka acılara.. sızılara..

Bir Ağlasun şafağında..
Bir Sivas ayazında..
Bir Erzincan soğukluğunda..
ve Maraş çekiciliğinde..

yine bir şair'in dediği gibi..
"bak aynı başına gelmiş adamın benim başıma gelen
o da üzülmüş aynı benim gibi..
benimki daha acıklı değil onunkinden,
fiyakalı değil onun acısı benimkinden..
sade güzel olan kelimeler..
sade kelimeler...
kelimeler..."

25 Aralık 2014 / İsmini açıklamak istemeyen bir şehir'den..

 

14 Aralık 2014 Pazar

Yusuf'un Kuyusu


                                             Görmezler..
                                             Karanlığın içindeki o kör kuyuyu..
                                             Sahte aydınlıklardan kör olan gözleriyle.

                                             Kuyuya düşmüş olan Yusuf'un halini..
                                             Ve Kenan'ı..

                                             Kendi dünyalarında bir hayat kurmuş,
                                             ve o hayata çekmeye çalışıyorlar.
                                             bir girdap içinde..

                                             Bilmezler Yusuf'un yaşadıklarını..
                                             ve acıyarak bakarlar..
                                             oysa bil-e-mezler yarını..

                                             Ne diyordu bir şair..
                                             "bak aynı başına gelmiş adamın..
                                             benim başıma gelen
                                             o da üzülmüş aynı benim gibi..
                                             benimki daha acıklı değil onunkinden,
                                             fiyakalı değil onun acısı benimkinden..
                                             sade güzel olan kelimeler..
                                             sade kelimeler...
                                             kelimeler..."

                               14 Aralık 2014 / ismini vermek istemeyen bir şehirden

6 Aralık 2014 Cumartesi

Kendime dair herşey..



Annem derdi bana..
"5 Aralık Gecesinden 6 Aralık'a gelirken tam 12'de doğdun,oğlum.."
O zamanlar Cuma'lar Cumartesi'ne gelirmiş..
Resmi bir doğum olayım olmamış aslında, o gün..
Babam doğumun resmiyetliğini kazandırmak için 2 gün beklemiş..
2 gün kaçak yaşamışım yani..
Ve 8 Aralık! Pazartesi... 2. resmi doğum günüm..
İşte hikayem böyle başlıyor..

Derken.. Zaman başladı,artık.. Nereye gideceğini..
Neler yaşayacağını bilmeden.. Sadece başladı..
Ve bu hikaye'nin sonu nereye varacak inan bilmiyorum,
sevgili okuyucum.. oğlum.. kızım..

Sadece bu yolda yaşadığımı yazacağım..
Neler hissettiğimi.. neler düşündüğümü..
Yani, kendimi anlatacağım sana..
hani o konuşacakken araya bişeyler girip konuşmaya devam etmediğim..
Kekemeliğim yüzünden bana söz hakkı vermedikleri için..
Aslında beni düşündüğün için, kendini fazla yorma diye..
veya o duygudan kaçtığın için..
Kendini fazla yorma diye hep yalnız kaldım..
Neyse..
Hikayemizi anlatalım..

Doğumumun resmiyetliğini kazandığımdan sonra
6 yıl konuşmamışım ben.. O 6 yıl neler yaşamışım..
İnan bilmiyorum.. hatırlamıyorum..
Elimde 3 - 5 fotoğraf dışında bilgim yok..
İşin felsefik-psikolojik analizini yapacak olursak,
sevgili okuyucum.. oğlum.. kızım..

İnsan 5 yaşına kadar neler yaşarsa.. öğrenirse..
yaşamının sonuna kadar onu yaşarmış.. bilirmiş.. Yani buna "bilinçaltı"diyorlar
Bilinçaltı'mda neler var, işte onu bilmiyorum.. ama yaşayarak öğreniyorum..

"Hayattan öğrendiğim çok şey var.."

Derken 6 yaşından sonra konuşmaya başlamışım..
İlk söylediğim kelime şeftali imiş.. Belki daha önce "anne" "baba" kelimelerini
söylemiş olabilirim.. ama benim bildiğim ilk kelime "şeftali"
peki neden şeftali?
annemler konuşmam için türbelere, ulu kişilere gidermiş, o zamanlar..
Ali Baba Türbesi varmış, gaziantep-ünaldı taraflarında..
Bir gün, Ordan geldikten sonra çoçukluğumun geçtiği, dedemle yaşadığımız evimizin yanında,
Bakkal varmış.. Bakkal da sebze meyve tezgahını bizim kapının bitişiğine koyarmış..
Orda şeftali görmüşüm.. canım çekmiş.. -nedendir bilinmez- şeftali demişim..
"şeftali" kelimesinin psikolojik-felsefik boyutunu hep araştırmışım, bu zamana kadar..
Argosal terimini de bilirim.. Lakin bu konuda "piç" teriminin karşılığını veremedim!
Keza Yıllar sonra Avrupa menşeli klozetlerde deneyim konusunda çalıştım, lakin tamamlayamadım!

Derken konuşmuşum işte..
Birde isim koyma mevzusu var, sevgili okuyucum..
oğlum.. kızım..

Dedim ya, resmiyetsiz doğum günüm..
o zamanlar.. 80'ler.. Darbeler..
resmi çalışma hakkı tanınmayan amcam.. en büyüğümüz!
resmiliğini başka yerde tamamlayıp vatan hasretini ilk dindirdiği günden sonra
gelmişim aralarına.. Süpriz yapmış,dedem!
Babam babasının adını önermiş..
Babası oğlunun adını önermiş..
Ve babamın oğlu, babasının oğlunun adını almış..
- Acaba bende böyle bir olayla karşı karşıya kalır mıyım diye,düşünürken-
Evin tek oğlu olmuşum.. oğlumun.. babasının oğlu olmadı! Keza öyle bir durum vardı
Babam izin vermedi.. Nedeni bilinmez! Ama neden olmadığını yaşayarak iyi öğrendim..
Sadece kız kardeşimin, oğlumun-kızımın halasının düğününde.. yeni hayatında..
acısını hissettim. Babam izin vermediğinde annemin nasıl acı hissettiğini bilmiyorum!
Bu konuyu soracak.. anlayacak yaşta değildim.. Şimdi de istemiyorum.
Bu konu hakkında detaylıca irdeleyemeyeceğim.. Kader konusunu çözemedim daha!

Derken işte..
Babam.. babasıyla.. annesiyle yaşamış.. ve o evde büyümüşüm..
O zamanlar babam.. Maddi bakımdan iyiymiş.. Ayrı eve çıkmamış..
Çıkamamışız.. Ki çıkmayışı benim hayatımı şekillendirmiş..

Babamın babası da babamın yüzünden ayrılmış.. Yaşadığı yerden..
(Yıllar sonra hayalini kurduğum ayrılış için)
-Biz buna Kazıklı diyelim.. Aslında bakarsan..
Babamın babası yurdundan oğlu için ayrılmış..
Kendi ayrılışımı tasarladığım gibi..
Bu kısmı annemden öğrendim, aslında..
Son ayrılışı kendim tasarladım..
Lakin faaliyete geçirmedim.. Geçirmeye çalıştım..
fakat.. babamın öğretemediğini öğrenmediğim için!
Yaşayarak öğrenip gerçekleştirmek için..
Bu konuda babamı suçlasam da
Tarih tekerrürden ibaret konusunu kamuoyuna sunduğum için..
korktuğum için susuyorum..
-Okuyorsan oğlum, iyi anlayacaksın beni.. -

Aslında babam hep yalnız kalmıştı..
Yalnız kalmayı kendi tercih etse de..
Yaşayışlarını zerresine kadar yaşadığım için iyi bilirim..
Dediğim gibi tek oğul oluşumu her zaman kendime onayladığım gibi..

Derken zaman ilerler..
O Konuşamadığım 6 yıl sona erer, konusur..
Okul başlar.. Gerçi Anaokulunu babamın babasının evinde okudum!
Anamın eviydi.. Babamın anasının eviydi..
Lakin okul.. Evimizin karşısındaydı..
Okula gitmek için.. Karşıya geçmek lazımdı..
Karşı gitmeyi o zaman öğrendim aslında..
Babama.. herşeye.. hayata..

İşte o zamanlar..
Okul hayatım.. Yaşam tecrübe. adına ne bok dersen de... başlar

Bunu şöyle anlatayım, sevgili okuyucu..
oğlum.. kızım..

O, Karşı gitmeyi öğrendiğim anaokulundan sonra
hep karşı gittim, bundan sonra..

O zamanlar.. Babamın anası.. daha sonra babamın babası
yeter dedi.. Daha doğrusu, Tanrı yeter dedi.
Yoksa dedem yani babamın babası çok yaşardı..
yaşamak isterdi doğrusu..
Mesela şimdi, Oğullarının ne halde olduğunu..
Torunlarının ne bok yaptığını bilmek isterdi..
Aslında kim istemez ki..
İnsanoğlu denen yaratık hep bi sonrasını ister..
-Umarım görüyordu bizi-

Ama inan benim bu halde olduğumdan daha farklı yapardı dedem..
Yaratıcı kudretinden değil.. Mevzumuz o değil!
Babamın kardeşinin dediği gibi kulaklarımı da çeker miydi..
Aslında kulaklarımın çekilmesi dedemin zamanında oldu!
O zamanlar Cıne5 Mamed'i bilmezler, babamın kardeşleri..

Şu yaşananlara sadece bahane..
Ego tatmini.. neyse sonra girerim bu konuya..

Neyse..
Karşı gitmeyi öğrendiğim anaokulundan sonra
hep karşı okudum okul bitine kadar..
Anlayacağın.. Her sene sınıf değiştirdim!
Her sene onlarca yeni arkadaşım oldu..
Belki bu yüzden her işimi kolayca görüyorum..
Lakin iş mevzusu...

İşte bu mevzu hep yara olmuştur..
Aslında yaraya müdahele edilmemiştir..
Sadece nereden merhem alınır söylenmiştir, sert bi biçimde..
Lakin bi bok olmamıştır..
Karşı gitmeyi öğrendiği o günden berri, karşı gitmişimdir,hep.
Aslında, bu mevzu, kadersel bakımından babamın anasından gelmektedir..
-zamanı gelince anlayacaksın ey oğul.. kızım.. ve okuyucu-

Gerçi şu ana kadar da devam etmektedir..
Artık karşı gelmekten ziyade argosal terimler araya girip
ego tatmini yapmaktadır..

Derken Malatya günleri..
"Nedir bu başımdaki felaket.. Ergenlik yıllarım.."
Herkesten uzak.. yalnız bir biçimde..

"BudakcaBlog" deyimiyle.. şizofrenik yıllar..

Sadece babamın hatası.. Belki de Kaderin tam ortası..
Belki de Geçmişe bir tokat..
Belki de.. İntikam..

Sadece o mevzu hakkında şöyle söylüyeyim..
Ergenliğimi bi tarafa bırakıp..

Yıllardır kekemeliğimi.. Akrabalarıma bağladım..
Onlardan nefret ettim..
Malatya'da yaşarken.. Kekemeliğimi yenmeye çalıştım..
İstanbula gittim.. Orda hocam demişti..
-Ve keza herkesin anlayacağı bir dille...-
Sorun onlar değil.. Kendin!

Lakin Halam..
Babamın bacısı..
Çoçukluğumun yanında geçtiği anamdan sonra tek kadın!
Budakların tek kızı.. -Budak Veli bakımından söyledim-
Durumunu iyi biliyorum..
Bunun akrabasal olmadığını yıllar sonra anladım..
O, İstanbuldaki son gece'de.. ( Kasım 2008)

Bunu anladım...
Lakin o Malatya mevzusu.. Buna kim ne derse desin..
Ergenlikten sonra yaşadığım en büyük sıkıntım..
Babamın yalnız kaldığı.. o günler..
Ardından Gaziantep günleri...
Ardından yalnızlık.. intihar..
acının zerresine kadar tattığım..
ama tattığımı anlamayan siktiri boktan insanlar..

Yıllardır acısını yaşıyorum..
Dedim ya, başta..
Kekemeliğim yüzünden bana söz hakkı vermeyenler..
Babamın bana öğrettiği yüzünden yaptıklarımı beni görmeyenler..
-İşte bu kısma, zaman diyorum.. -
Bunu ilerleyen zamanlarda anlayacaksın, ey okuyucu..
oğlum.. kızım..
(Ayrılık Manifestosunda bahsedeceğim)

işte.. böyle bir zaman..
Argosal.. Sırf kalp kırmamak.. veya Tanrı'dan korktuğum için..
Belki de.. zamana bıraktığım için..

Oysa önceki yazılarımda en ağır eleştiriyi..
en ağır lafı soktum.. İnan yazdıklarımı anlayabilirsen
oğlum.. kızım.. ve okuyucu..

O Malatya mevzusunu.. ve Antep mevzusu uğruna..
2008'den berri yüzlerce yazı yazdım...
-Ve bunu kitap şeklinde eline geçtiğinde okuyacaksın-
ya da bu yazı o kitabın özsözü olacak...

Son olarak şunu söyleyeyim..
Oğlum.. kızım.. ve okuyucum..

Hikayem başladı bir şekilde..
Hikayemi başlatan annem, babam.. hep yalnızdı..
-bunu şu son zamanlarda zerresine kadar acı acı yaşadım-

Ve bu hikayenin yalnız bitmesi için elimden geleni yapacağım!

Bunu bir gün anlayacak olan herkese..
Okuyucuya..

Yıllardır zor zamanlarımda hayalini kurduğum.. ve Babamdan dolayı her zaman zaafım olabilecek..
İman ve Dilruba için..

6 Aralık 2014 - İsmini söylemeyen bir şehirden

4 Aralık 2014 Perşembe

Ayrılık



                                                         adım adım başlar
                                                                 zaman..

                                                         Ve biter gün..

                                                         Sen nerdesin?
                                                         Ben nerdeyim?

                                           30 Kasım 2014 / İsimsiz bir şehirden

Kırmızı ışığın rüyası


     Kuzey'in kırmızı şafağında..
     Valkyrie'nin düşlerinin peşinde bulmuştu,kendini..
     Yıllar önce bir kazazadenin düştüğü bölge'de..
     İzsürücülerin, Heli'den korktuğu mitolojik zamanlarda..

     Ve Güneş'in rüzgarıyla sus pus oldu,herşey..
     Odin'in sarayına sığınmıştı,o gece..

                                            4 Aralık 2014 / İsimsiz bir şehirden

20 Kasım 2014 Perşembe

Uzak


 bir nuri bilge ceylan kadrajındaki gibi
geçip gidiyordu zaman, buralarda..
yavaş.. ve kendine has bir üslupla..

ve üzerine zeki demirkubuz teması eklenerek
kat be kat içine çekiyordu,zaman..
yaşananlara gerçeklik katarcasına..

ve zaman
kendi içine kapanmış, Uzak'taki Mahmut karakteri gibi üzerimize siniyordu
Kader'deki Bekir'in çaresiziğini yanına alarak..

Bir geceyarısı otobüs yolculuğunda
sıkılmaktan başka bişey yapmadığı
O, Konya-Isparta yolunu anımsadı..

Sabahın ilk ayazıyla beraber
elindeki bavuluyla uzaklaşıp gitmişti.
Yıllar sonra o anı yeniden yaşamak istercesine..

Bir doğu şehrinde..

20 Kasım 2014 / İsimsiz bir şehirden
 
 
Copyright © Minimalist Öyküler
Minimalist Öyküler by Mehmet Budak Design by budakca